Yapmış olmaktan gurur duyacağınız fazla bir şey olmayabilir hayatınızda. Bunu biliyor olmak sizi huzursuz etse de, düşündükçe kahrolmazsınız en azından. Tersinden düşünmekte fayda var, yapmış olmaktan utanacağınız şeyler olsa ne olacak peki?
Bir fabrikada servis şoförü olarak işe başladığımda her şey benim açımdan iyi gidiyordu. Aldığım maaş pek matah değildi ama düzenli bir işim vardı en azından. Büyük bir ekmek fabrikasının servis şoförlüğünü yapıyordum. Benden hariç üç servis daha vardı. Otobüsler eski püskü de olsa sorun değildi. Nihayetinde günde iki defa işçileri taşıyorduk, fabrikadan şehire, şehirden fabrikaya.
İlk günden işe ısınmamın nedeni sadece işsizlikten kurtulmam değildi. Büşra idi en büyük nedeni. Fabrikanın ambalajlama bölümünde çalışıyordu. Sabah işçileri alacağım durakta ilk o binmişti servise. Biner binmez de o tatlı gülüşü ve her eve lazım neşesi ile “Oo, yeni kaptan şöförümüz gelmiş, merhaba ben Büşra” diyerek tokalaşmak üzere elini uzatmıştı. Heyecandan elimi vites topuzundan kaldırıp da elini sıkamadan “merhaba ben de Yiğit” diyebilmiştim ancak. Haklı olarak garipseyen tavırları ile sağ ön koltuğa geçip oturdu. Yol boyunca bütün servise saçtığı neşe ile yolu daha da güzel kılıyordu. Fabrikada yaşadığı sorunlara da değiniyordu. Yemek molası ve çay molası çok kısaymış. Aldıkları maaşları anca ev kirasına yetiyor ve sırf bu yüzden emekli babası da iş arayışına başlamış. İki erkek kardeşi varmış birisi liseyi bitirmiş üniversite sınavlarına hazırlanıyor, diğeri ise ablasına destek olabilmek adına mahallenin marketinde reyonculuk yapıyormuş. Hepsini servisteki çalışma arkadaşlarına anlattığı zaman öğrenmiştim. Fabrikanın dağılmasını iple çekiyordum artık. O kadar samimi ve cana yakın bir insandı ki yedi yirmi dört o anlatsın da ben dinlerim modundayım. Akşam iş çıkışında servise gelen insanlarla tanışmak adına servisin önünde acemice elimi hali hazırda tutmuştum. lakin hepsi çok yorgun bitkin ve mutsuz görünüyordu. Bir tek Büşra öyle asık suratlı değildi. Her geçen gün aklıma kalbime iyice yer ediniyordu.
Yine bir gün fabrika çıkışına gittiğimde her yer kolluk güçleri tarafından abluka altına alınmış, servisleri garaja doğru götürmemiz orada beklememiz anons edildi. Servis sorumluları da ne söyleniyorsa yapın deyince biz dört servis garaja geçtik. Garajın kapısından fabrikanın önü az da olsa gözüküyordu. İş çıkış saati geldiğinde servise gelen arkadaşlar eksikti, servisten birisi “devam et kaptan daha gelen yok” dediğinde gözüm yollarda kalmıştı Büşra gelmemişti. Fabrikada patron herkesi 1 Mayıs’a katıldığı ve sendikalaşma sebebi ile tazminatsız sorgusuz sualsiz iş akdine son vermişti. Servislere gelmeyen personeller ve Büşra da dahil olmak üzere greve başlamış fabrika karşısında direniş çadırı kurmuşlardı. Servisi hareket ettirmeden önce bir sigara içelim öyle çıkarız yola diyerek arkadaşlarla olan biteni de izlemek için aşağıya indik. Benim amacım tahmin de edeceğiniz üzere Büşra’yı görebilmekti. Tüm anonslara ve engellemelere rağmen tek eli havada en ön safta sloganlar atıyordu. Müdahale çok da gecikmemişti, yaka paça göz altına alındığı zaman göz göze geldik ve gözlerini kırparak selam vermişti. Ben ise hiçbir şey yapamadım, korktum galiba. Nihayetinde sicilimin temiz kalması gerekiyordu. Memur olacağız ya. Sahi ben onu anlatmadım değil mi?
Ben Yiğit atanamayan bir fizik öğretmeniydim servis şoförlüğüne emek veriyordum. Bu olaydan kısa süre sonra atandım. Hem de memleketim olan Van’daki Atatürk Lisesine. Şimdi ben gördüklerimi nasıl unutacağım, korkak bir fizik öğretmeni olarak çocuklara ne öğreteceğim;
Direnmek güzeldir çocuklar, bu da bir fizik kanunudur,” diyecek halim yok. Gurur duyacağınız bir şey yoksa da, utanç duyacağınız bir şey olmasın en azından hayatınızda. Yoksa bu şey, taşıyamayacağınız kadar ağır gelir ve onun altında ezilirsiniz. Ha işte, bu fizik kanunudur.