Zaman herkese farklı idi. Kimine düşman, kimine dost, kimine ise gülebilen birer şeytan.
Duymak için kulak gerekmiyor bu zamanda, duymak için hissetmek gerekiyordu.
His?
Hissetmek nasıl bir duygu?
Ya da duygu mu?
Kim ne bilebilir senden daha iyi hissetmesini? Kim ne bilebilir senden daha kötü hissetmesini ?
Sadece günleri kurtarmaya baktığımız şu zamanlarda kimse hiçbir şey hissedemiyor, kuru birer odun, basılan birer ot, kendini sele bırakmış birer toprak gibiyiz.
Yarın yok, dün yok , gelecek yok!
Hepimiz için sadece şu an var. Hissetmekte zorlandığımız şu an’lar. Saniyelerin, dakikaları, dakikaların saatleri kovaladığı an’lardan.
Yetiremediğimiz, planlar yapıp bozduğumuz (bozulduğu), hükmetmeye çalışıp, hüküm edildiğimiz hissiz zamanlardan.
Şimdi nasıl kurtulacağız bu zamandan?
Bu çarşambadan ?
Nasıl vazgeçeceğiz bu hayallerden?
Nasıl alışacak bu şehir hissizleşmeye, sevmemeye, unutulmaya?
Nasıl koşacağız eskisi gibi ?
Bugün nasılsın dediklerin de ne cevap vereceğiz? Şöyle olsa gerek;
Bedbahtım,
yıkığım, çatlayamamış duvar, kırılmamış bardağım. Döküntüyüm, umutlu viraneyim, örtülmemiş yara, sele kapılmış hissim. Unutulmuş çare, kabul olmuş dua’yım.