Alemler içinde ki alemlere…
“Gözlerinin içinde kocaman efkarlı bir dağ var, yankılanan, kızan, bağıran, öfkelenen ama asla kırmayan bir dağ var.” Derdi, çok sevdiğim bir Hocam.
Hiçbir zaman anlatamadım bu yangını bu efkarlı dağı hatta ben bile anlayamazdım çünkü asla dile gelmezdi, zihnimizdekilerin kolayca dile dökülme gibi bir huyu yoktu. Sanırım insanoğlu bu yüzden asla konuşamayacak, dile getiremeyecek ne zihnindekilerini ne de içindekilerini…
Hepimizin içine attığı , yaşadıklarını sindiremediği, unutamadığı, kırıldığı, dökülüp parçalandığı çok şey olmuştur, olmayada devam edecektir. İçinden sağ çıkarsak ne alem, çıkamazsak muamma…
En güzel günleri yaşayıp geçirmişiz de şimdi ki yaşadıklarımız dünyanın bize göstermediği bir perdeymiş gibi kırılmalarımız, dökülmelerimiz, efkarlarımız bundanmış gibi ya da hep miş’li geçmiş zaman da kalmışız da, kalacakmışız gibi ama ben hep şuna inanırım; bir yol var o yol gidilmeli, bir yol var o yol bulunmalı. Bir hayat var insanı bekleyen, o hayat yaşanmalı mutlu da olsa mutsuz da olsa. İnsan durdu mu her şey biter, akşam biter, ömür biter, son biter, yanan kül biter…
Sonra insan dönüp bakmalı içine, kendi evine, gerekirse yakmalı kendi kendini,
yeniden ,
yeniden
yeniden kül olabilmek için, evine dönebilmek için işte ancak o zaman görebiliriz zihnimizdekileri, hayallerimizi kendi içimizde ki alemleri ve yolculuk yapacağımız diğer alemleri.
Görmenin ve bakmanın arasında ki farkı anlamanın umudu ile yürümeli bütün bu yolları, düşeceğimiz tümsekleri, aşacağımız yokuşları, tırmanacağımız dağları hepsi birer birer gidilmeli sonunda ne varsa ya da hiçbir şey yoksa.