Sahi bilmek her şeye yeter miydi. Misalen denizi bilmek, doğayı bilmek, bir başkasının acısını bilmek, o acıyı hissetmeye yetiyor muydu? Ya da yaşamayı bilmek? Yaşam, yaşa, yaş..
Yaşamanın bir dili varmış tıpkı konuşmanın bir dili olduğu gibi ama yaşamak, yaşamak bambaşka. Onu bilmeden, hissetmeden, yaşamadan konuşmak mümkün olmuyor. Yaşamayı bilmek, dünyayı bilmek, sokağı bilmek, evin yolunu bilmek hatta tüm yolları ezbere bilmek hepsi üzerimizde bir yük ama kendimize gelince kendimiz ağır ceza mahkemesi gibi sonunda 4 duvar var. Yüzlerce kez okuyabiliriz kendimizi, binlerce kez yazabiliriz kendimizi, çizebiliriz, boyayabiliriz … Kendimizi bilmek bir kurşun gibi ağır, zehirleyici bir ok gibi.
Anlatamamak gibi savurucu biraz da parçalıyım, üstelik eski ve yıpranmış bir kumaş gibi bir türlü yinelenemiyorum. Sonra sıra dağlar var onları nasıl anlatsam çok fazla gururlular ama kendilerini biliyorlar çünkü onların bi yürekleri var ama çözülmeyen de bir düğümleri. Belki sessiz kalırsak ancak öyle duyabiliriz onları. Sanırım bilmekte burada başlıyor.
Elleri yok bizim gibi üstelik kurşun da yemiyorlar. Bu kurşunlar kime? Ne için atılır? Zaten dünya da yeterince yaralar yok mu? Yeterince kurşun yemedik mi? Yetmez mi?
Demek ki yetmiyor bilmek yetmiyor, duymak yetmiyor, yaralanmak yetmiyor, kurşunlar yetmiyor. Yaşamak gerek yaşamak inadına yaşamak, uğruna yaşamak , savaşmak varsa da sonun da ölmek belki güzel kaybederiz ya da güzel kazanarız.
Editör Yorumu: Çok az yazım ve noktalama hatası mevcuttu, onlar gözden kaçmış olabilir.
Kaleminize sağlık. 😇🙏