Soru1: Haluk Cömert kimdir? Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Cevap:1959 yılında Ankara’da doğdum. İlk, Orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara’da tamamladım. Ankara Devlet Konservatuvarı oyunculuk bölümü mezunuyum. 1981-1986 senesinde mezun oldum. Daha sonrada Adana Devlet tiyatrosuna atandım. Tabii lise yıllarından başlayarak(1981) devlet konservatuvarı sınavına girene değin Ankara Sanat Tiyatrosu bünyesinde aldığım eğitim sonrasında profesyonel eğitim hayatıma başladım. O gün bugündür de tiyatro yaparak yaşamıma devam ediyorum.
Soru 2: Sizi oyunculuğa çeken sebepler nelerdir? Neden oyunculuk başka bir sanat dalı olamaz mıydı?
Cevap: Beni oyunculuğa iten neden kendimi ifade edebileceğim bir yer olarak düşündüğüm içindi. Daha önce resim heykel denemem oldu kısa bir süre, ama oyunculuk daha ağır bastı. Kendimi daha rahat ifade etmek, bir karakteri insanı sahnede keşfetmek, özgürce kendimi anlatmak, sahne üstünde karşımdaki insanlara izletebilmenin mutluluğunu keşfettiğim an tiyatronun herkes için çok önemli olduğunu düşündüm. Tabiiki diğer sanat dalları da birbiriyle bir bütün. Sahneye çıktığınız zaman; arkanızda ki dekordan seçtiğiniz kostüme, ışıkçısından arkadaki her şey insanlar için. Sanatın her dalı çok önemli. Ama ülkemizde yeterince değer verilmiyor. Bence sanat bir çocuğun kişisel gelişiminde çok önemli. İlkokuldan itibaren çocuklara çok ciddi şekilde eğitimi verilmesi gerektiğine inanıyorum. Eğitim sistemimiz ile ilgili bir durum lakin o günlere de ulaşacağımıza inanıyorum.
Soru 3: Yıllarca dizi sinema sektöründe başarılarınız ile yer aldınız. Bir senaryoda sizi kendisine çeken ve o senaryoyu kabul etme sebebiniz nelerdir?
Cevap: Asıl işim tabiiki tiyatro, ama dizi ve sinema sektöründe mesleğimin bir parçası. Yani ünlü olayım, tanınayım derdinden çok bir ek gelir olsun, madem böyle bir mesleğim var biraz para kazanabilmek için kullandım. Tabii çok mu başarılı oldum, olamadım bu tartışılır çünkü sanat göreceli bir kavram. Bazılarına göre iyiyim bazılarına göre kötüyüm ama benim kendi manevi tatminim çok önemli. Elimden geldiği kadar yapabildiğimi düşünüyorum gücüm, yeteneğim oranında yine koşa koşa setlere gidiyorum dizi de sinema da olsa…
Soru 4: Tiyatro ve Sinemanın yanı sıra seslendirme yaptığınızı biliyoruz. Oyunculuk ya da seslendirme arasında kalsanız hangisini tercih edersiniz?
Cevap: Tiyatro, sinema, dizi seslendirme bence bunlar ayrılmaz bir sistem. Ama hangisini tercih ettim derseniz bunlar oyunculuğun temel olduğu işler. Tabiki bu durumda oyunculuğu seçmiş oluyorum. Şöyle bir şey var sahnede sinemada bir karakteri canlandırırken dublaj da da karşınızda ekranda bir oyuncu var onun oynadığı şekilde seslerini vermek onun güldüğü yerde gülmek, ağladığı yerde ağlamak bağırdığı yerde bağırmak neyse işte duyguları neyse çaba sarf ediyorsunuz. Çünkü karşınızda ki oyuncunun o esnada verdiği efor kadar efor sarf ediyorsun ki ona yakın duygu çıksın daha güçlü hale gelsin, onun oyunculuğu diye böyle bir çabaya giriyoruz. Seslendirme de çok keyifli bir iş ama ben seçimi mı oyunculuktan yana kullandım.
Soru 5: Eğitmen bir yönünüz var. Konservatuvar sınavlarına öğrenci hazırlıyorsunuz. Sizce oyuncu olmak için eğitim şart mı?
Cevap: Eğitmen olarak 17-18 yılıma giriyorum. Hem özel okullarda, hem Ankara Devlet Konservatuvarında eğitmenlik yaptım. Çok ahlaklı, güzel işini yapan oyuncular yetiştirdiğime inanıyorum. Bence bir oyuncunun zaten öncelikle ahlaklı olması lazım çünkü çıktığınız zaman sahneye ya da kamera önüne bir şeyi canlandırdığınız zaman gerçekten sizin bedeniniz den bir parçaymış gibi seyirciyi inandıracak bir sey yaptığınız da, bir şeyin doğrusunu gösteriyorsunuz onu yaşatıyorsunuz. İnsanları güldürüyor yada düşündürüyorsunuz. Çok özel bir meslek olarak görüyorum bunu. Hocalıkta da öğrencilerime zaten samimi olmalarını hissetmedikleri hiç bir duygunun gerçek olarak karşı tarafa geçmeyeceğini öğretmeye çalışıyorum. Samimiyet duygusundan kopmadan, iyi, nitelikli, ahlaklı işini gerçekten iyi yapan mesleğine saygılı olan iyi öğrenciler yetiştirmeye çalışıyorum.
Soru 6: Hayatınızda kırılma noktam dediğiniz bir an var mı?
Cevap: Hayatımda kırılma noktası olarak değerlendirdiğim bir an, yıllar önce babamın çok yakın bir arkadaşı beni alıp Amerika’ya götürmek istemişti. Ben o zaman orta okuldaydım. Babama dedi ki benim çocuğum yok ben ona evladım gibi bakayım burada benimle beraber çalışıp yarın öbür gün de ben ona işlerimi emanet ederim, dedi. Babamda kararı bana bıraktı. O tarihte nedense bilmiyorum tabi ki aile bağlarım kuvvetliydi, aile benim için çok önemlidir ve ben gitmedim. Belki de gitseydim şu an Amerika’ da bir kaç tane fabrikanın başındaydım. Ve hayatıma zengin biri olarak devam edebilirdim ama tercih etmedim. Belki o dönemde bir çok insanın hayali Amerika’ya gitmek iş insanı olmaktı. Ancak benim için hiç bir zaman iş insanı olmak gibi bir hayalim olmadı. Çünkü benim için as olan şey özgürlüktür. Öyle bir şey olduğunda bağımlı olabiliyorsunuz her türlü bağımlı. Sanat benim özgürlüğümü rahat ifade edebildiğim bir alan. Lakin belki de şöyle de olabilirdi hep içimde bir yer de sanata yönelme vardı o beni tuttu. Ben fabrikaların başında olsam da orada da aktör stüdyosunda ders almak daha iyi işler yapabilecek daha konforlu bir ortamda da bu işleri yürütebilirdim. Kırılma noktası olarak bunu düşünüyorum.
Soru 7: Kamera önüne ilk geçtiğiniz anı bize anlatabilir misiniz? Neler hissetmiştiniz?
Cevap: Çok değişik bir duygu, kameraya bakma, oraya bakma bu yöne baksan gözün kayar, milim şaşsa 1.5 m ileriye bakıyorsun gibi oluyor tabi. O dönemde ben onu bilmiyorum ne yöne nereye bakacağımı. Karşımdaki oyuncuya bakarak bir tiyatro sahnesindeymiş gibi oynuyorum. Yönetmen de bana bunun doğru olduğunu söyledi. Şimdi kameraya bakan oyuncular görüyorum onlar galiba kendilerine bakıyorlar. Böyle bir dert var. Tabi oyuncu kökenli olursan bu daha kolay. Onlara anlamadan da hatalar yapıyorlar. Kızlarımız güzel erkeklerimiz yakışıklı seyircide tiyatro kökenli olmadığından adı üstünde seyirci hoşuna gidiyorsa izliyor yoksa reytingde yere çakılıyor. Ya da sinema filmi izlenmiyor. İlk anım böyle bir bocalamayla geçmiştir. Lens nedir? 75’te 85 nedir? Araştırdım. Birinin yakın plan aldığını, diğerinin sadece üst aldığını, yada geniş alanda aldığını öğreniyorsun. Büyük oynamaman gerektiğini biliyorsun. Ama ne kadar profesyonel de olsan panikliyorsun kameraya geçtiğinde başka bir dünyaya girmiş gibi hissediyorsun. Tiyatroda karşında sadece partnerin var. Ama kamerada sesçisi, ışıkçısı kamera tam karşında yönetmen orada görüyorsun. Gerçekten konsantrasyonun daha yüksek olması gereken bir yer olduğunu düşünüyorum.
Soru 8: Oyuncu olmanın sizce en zor anı nedir? Ve oyun oynamak insana ne fayda sağlar?
Cevap: Çok sevdiğimiz birini kaybetsek bile sahneye çıkarız en zor an budur bence. Babanızın öldüğünü bilseniz bile o sahneye çıkmak zorundasınız. Karşınızda ki seyirciye acınızı belli edemezsiniz. İki misli efor sarf etmek durumundasınız. Bence bir oyuncunun en zor anı, en çok sevdiği birine yada canlıya bu kedi köpek te olabilir, neyse beslediği canlıyı kaybettiği andır. Yaşadım bilirim çünkü biz o dükkan gibi bugün cenazemiz var kapalıyız yazamayız. Oyun oynamak muhteşem bir duygu ilk insandan mağara döneminden beri aslında hep oynuyoruz. Aslında çocukluğumuz da oynadığımız oyunları şimdi tiyatro da oynuyoruz gibi düşünün. Oynama duygusu insan var olduğundan beri kendini ifade etme duygusu içinde geçerli bir durumdur.
Soru 9: Bunca zaman oynadığınız oyunlar da en beğendiğiniz rol ve oyun hangisidir? Yıllar geçse de bu oyun hep özel kalacak dediğiniz bir rol var mıdır?
Cevap: Turgut Özakman’ın ‘töre’ adlı oyununda delikanlıyı oynamıştım. Oyun 1900 yıllarında geçen bir töre hikayesini anlatır aynı zamanda aşk hikayesidir. Çok severek oynadığım bir oyundu, partnerim Hülya Gülşen idi. Dizide ise “Bir bulut olsam” da babayı oynamıştım. Melisa Sözen’in babası. “Kapalı çarşı” dizisinde severek oynamıştım. Son oynadığım “Ramo” dizisin de Ramo’nun amcasını oynamıştım. Yaratıcı bir karakterdi. Şive yapmak açısından, orada ki bölgenin insanını canlandırabilmek için gözlem yapma açısından geliştirici bir karakterdi severek oynadım. Bunun dışında ki bütün rollerimi de severek oynamıştım. İşim bu çünkü işimi seviyorum.
Soru 10: Sizce günümüzde Türk sinemasının Dünya sinemasında geldiği nokta sizi mutlu ediyor mu?
Cevap: Günümüzde Türk sinemasının geldiği nokta çok iyi gidiyor bence. Daha çok festival olmalı, bir kaç şehir ile kısıtlı kalmamalı. Dünyaya açılmalıyız. Çünkü dizilerimizi dünya da bir çok ülke izliyor. Önceden Latin Amerika dizileri izleniyordu şimdi biz varız. Dijital platformlar var, tabii sansürün olmadığı yerlerde daha rahatız. Çünkü sansür olursa aman ceza yemeyelim diye daha dikkatli davranıyorsunuz. Ulusal kanal da bunlar gerek. Ama dijital de daha özgürsün. Ancak yine de daha iyi yere gidiyoruz.
Soru 11: Son olarak yeni mezun olmuş ve oyunculuğa soyunan insanlara önerileriniz nelerdir? Kendilerini geliştirmek için neler yapmaları gerekir? Teşekkür ederiz.
Cevap: Çok çalışsınlar, çok gözlem yapsınlar. Yani dünya buna çok elverişli, internet, akıllı telefon, akıllı saatler var artık. Benim zamanım da bir kaç dergi kitap vardı. Okuduğumuz gazeteden öğrenirdik her şeyi. Şimdiler de artık bilim var ve bilim insanlarının iyiye gitmesi için bence sağlıklı bilgiler vererek onları yönlendiren bir dal var. Ama tabi şimdi tiktoklar da var. Kısa yoldan şöhret olma yönelimi var, bu değil tabi ki. Dünyanın bütün tiyatrolarına baksınlar. Yani ne bileyim National tiyatro sayfasına üye olup onların oyunlarını izlesinler, Royal Shakespeare Campony gibi dünyada bir çok örneği var. Latin tiyatrosuna baksınlar, Polonya kukla tiyatrosuna baksınlar. Bunların bütün örnekleri internet üzerinde var. Youtube’dan videolarını izleyip sayfalarına üye olabilirler. Oradan oyunları takip edebilirler. Çünkü belli bir süre sonra oyunlar oynadıktan sonra dijital ortamda sahneleniyorlar. Belli bir ücret karşılığı yada bedelsiz. Pandemi döneminde bedelsiz yaptılar bütün oyunları. İngiltere ‘de ki tiyatrolara özellikle de Alman tiyatrosu ile İngiliz, Polonya tiyatrosu ayrımını öğrenebilirler. Türk Tiyatrosunun nereye geldiği nereye gittiğini, ilerledi mi, geriledi mi? Onları araştırsınlar. Neyi ne kadar yapıyoruz. Çünkü her ülkenin yetiştirilme tarzında insanının kendi duyguları var. Mesela Hintliler çok büyük hareketlerle kendilerini ifade ediyorlar. Daha demokratik ülkelerde daha küçük oynanır oyunlar. Bol bol okusunlar çok yayın var tiyatro oyunları yazan onlara baksınlar. Epik tiyatro nedir? Tanzimat dönemin de Shakespeare bu ülkeye nasıl girmiştir. Moliere çevirisi Türk isimlerine nasıl uyarlanıyordu. Hepsini araştırıp öğrensinler. Tiyatro o dönem de de yasaklanıyordu, bu dönem de de çünkü değişen hiç bir şey yok. Tiyatro doğruları söylediği için ömür geçtikçe Tiyatro yasaklanacaktır. Bu İngilterede de böyle bizim tiyatromuzda da. Gelişen ülkeler de hep böyle olmuştur. Bunları araştırsınlar. Bence büyük mutluluk insanın yaptığı işi araştırmak bilmek, nereye gideceğini önünü görmek. Belki de bunları okuyan ileri de oyunculuğu hedefleyenlerden biri herşeyi dibine kadar inip bir bakar oradan sa yeni bir dal, yeni bir teori, yeni bir üslup geliştirebilir. Okumak, araştırmak, çok önemli. Ne iş yaparsan yap oku, izle, araştır. Bana vakit ayırdığınız için size teşekkür ediyorum. Hepinizi seviyorum.