Kurtlar kuşlar sofrasıymış bu dünya, bizse dünyaya gelerek yeni bir umuda başlayacağımızı zannetmiştik ağlayarak. Halbuki dünya tapuları çoktan paylaşılmıştı, hatta paylaşılanları dahi paylaşmaya başlamışlardı bu da yetmezmiş gibi kirlettikleri dünyanın komşularına da el atmaya çalışıyorlar. Bizi avuttukları insanlıkla meşgul etmeyi başarmışlardı. Bir birin bir başka adı olduğunu ise bilmem kaç kilitli kapısı olduğunu, bilinmeyen sarayın çift gizli kuytularında ne idöğü olduğu bulunmayan nice katmanları olan ve sayısız kulplarla kaplı sandukalarda karalanmıştı.
Biz şikayet dilekçelerimizi bembeyaz kağıt ve masmavi kalemlerle yazmıştık. Cevapları en fosforlu en olmadık renklerle yazdılar. Ki hep şikayetçi olunan biri vardı: Hayat.
Oysa, hayat tam bize göre bir memleketti. Tüm renklerin tüm şarkılarını yankılanabileceği ve de uçsuz bucaksız masmavi bir kubbeydi.
Senden “Özür diliyorum Hayat” diyeceğimiz anlarda soğuk demir hep gırtlağımızda oldu. Sıcacık kanlarımız kendilerince okyanuslar başta olmak üzere toprağı, havayı, kimi canlıların hayatlarını kirletiyordu. Halbuki biz onlarla her daim iki sevgili gibi diz dize, göz gözeydik. Bir de yalanları vardı “Sevenler ayrılmazmış.” diye. Oysaki giden gidiyordu ve herkes kendi hesabından yiyebiliyordu.
Yine de son nefesi verip ve kanımız damla damla soğuyorken sessizliğin duyabildiği bir haykırışla “Hayat; senin dışındakilere çok saf duygularla kanmıştım, seni kendimden uzaklara yolladığım için veya tüm kusur, pişmanlıklarım ve seninle paylaşamadıklarımdan dolayı ÖZÜR DİLİYORUM.”