Demek ki insanlar suratıma tükür’seydi yarabbi şükür diyecektim.
Kimsenin uğramadığı bir köye postacı olarak atamam yapılıyor. Kalacağım yeri ayarlama konusunda çok geç kalıyorum. Muhtar “Şimdilik öğretmen evinde kalırsın.” Diyor. Emekli postacı olan babam olaya el atıyor. Gören de kendi ataması yapılmış sanır. Kendine bir bavul bile hazırlıyor. Heyecanın hepsini kendi yükleniyor.
Toplam elli hanenin yaşadığı bir köye günde kaç tane mektup gelir ki? Muhtar “Zamanla her şeyi anlarsın.” Diyor. Neresinden tutsam elimde kalıyor. Birinci gün ilk mektup geliyor. O an kahvede oturuyor, çayımı içiyorum. Geldiği gibi de muhtar mektuba el koyuyor. Bu duruma anlam veremiyorum. Posta aracını kullanan şoförün çekingen bakışları gözümden kaçmıyor. Kahve halkı benden gizli konuşmaya başlıyor. O zaman ben neden varım ki! Muhtar takip etsin posta arabasını yeter. Kulağıma doğru usulca fısıldıyor. ” Dava çok büyük kardeş, gereken adrese gizli götürmem lazım ve kimseye de çaktırma.” Diyor. Garip olay beni içine sarmaya başlıyor. Acaba, kader mektubu bir suçluya mı gönderiyor. Biri köye sığınarak onu saklıyor olabilir mi?
Kabak gibi meydanda görünerek evi buluyorum. Kapıyı çalmadan önce etrafı kontrol ediyorum. Saklanma işinde oldum olası pek iyi değildim. Evin bahçesindeki köpeğin havlama sesi ile kendime geliyorum. İlk mektubun sahibi bir köpek olabilir miydi! Pencerenin perdesini aralanıyor, bir el bana işaret yapıyor. Yavaşça kapıya yaklaşıyorum. Titiz bir hırsızın adımları bunlar. Yaşlı el mektubu sıkıca kavrıyor, hiç konuşmadan kapıyı yüzüme kapatıyordu. Anlam veremeden kahvenin yolunu tutuyorum. Ne kadar saçma! Diye söyleniyor,işimi de yapıyorum.
Muhtar hemen Karşıma dikiliyor. Benden de rapor vermemi bekliyor. Anlamadan ne anlatabilirim ki! Yaşlı el mektubu alıyor, kapıyı suratıma kapatıyor, diyorum. Muhtar ise ” Oh şükür.” Diyor. Demek ki insanlar suratıma tükür’seydi yarabbi şükür diyecektim.
Bu seremoni aylarca devam ediyor. Bir Postacının işi bu mu yani! Köyde elektrik, su da yoktu ki ödeme yapılsın. Sadece bir mektup için maaş vermeye değer miydi. En sonunda dayanamayıp muhtarı köşeye çekiyorum.” Allah aşkına anlat artık, bu mektup ne anlama geliyor?” Muhtar çayından bir yudum alıyor ve dökülmeye başlıyor. “O benim annem.” Diyor. Bu defa sessiz durma sırası bana geçiyor. Yani koca muhtar annesi için köye posta memuru mu istemişti! Ben köyde olduğuma göre başarmıştı. Yetmiş beş yaşına veda eden ihtiyar yıllardır öz oğlundan aldığı mektupları biriktiriyor ama yazan kişinin de askerdeki eşi olduğunu sanarak. Beyaz yalandan bir trajediye dönüyordu da kimsenin haberi yoktu. Umut etmek böyle bir şeydi.
Ömrünün son günlerini yaşarken böyle bir gerçeği söylemeye kimse cesaret edemezdi. Bunun adına da mutlu ölüm diyoruz. Bunca yıl muhtar ne yazmış olabilirdi, diye düşünüyorum.
Posta arabasından gelen mektubu muhtardan önce alıyorum. Gerçi baba güveni sonsuzdur.Şimdiye yüz defa okuma şansım olurdu. Merak unsuruna yenik düşerek mektubu açıyorum. Göz ucuyla bozuk yazıya bakıyorum. ” Seni çok seviyorum annecim.” Yazıyordu. Anlıyorum ki tüm mektuplarda da aynı not yazıyordu. Önemli olan şey mektubun gelmesi. Mektup gizli gidiyordu ya bir tek onu anlayamadım. O da muhtarla annesine kalsın diye düşünüyorum. Hem bilsem ne değişecek!
Muhtar gelen mektubu bana veriyor, benden şüphe duymuyor, gurur dolu bakışlarla bana bakıyor, kalan çayını içiyor. Evin bahçesindeki köpeğin havlama sesi ile kendime geliyorum. Aslında artık kendime gelemiyorum. Sadece görevimi yapıyorum.
Bıkmadan, üşenmeden ve sorgulamadan…