HÊVÎ(YEZİDİ KIZ)

Kalem her şeyi yazar: Acıları, hüzünleri, sevinçleri, politik olayları, savaşları,sürgünleri… Ama en çok savaşları ve ardından yaşayan acılarda ahengini belirtir. Yaşayan acıları öyle bir anlatır ki adeta o yaşamış gibi cümleleri dizer. Bazen acı çeker, bazen ağlar ve bazen infaz edilir. İnfaz edilir, tıpkı Hêvî’nın(Umut) ölmeden infaz edildiği gibi. Azda’nın gölgesinde akıp giden mutlu bir hayatı vardı Hêvî ‘nin. Her sabah kavak ve ceviz ağaçların gölgesinde tavus kuşun sesiyle güne merhaba demesi kadar huzurlu bir şey yoktu. Daha acıları, çileleri yaşamak için olgun bir bedene sahip değildi. Ki öyle birşey ne aklına gelirdi ne de ihtimal veriyordu. Azda’nın emri ile Melek Tavus’un onları her türlü kötülükten koruyacağını biliyordu. Teknolojinin evlerde çok az rastlandığı küçük mü küçük bir yerleşim yerinde yaşıyordu. Her sabah güneş daha sarp kayalıklardan yüzünü göstermeden köyün dünyayla tek bağlantısı olan ve aşağıya doğru giden yola giriyordu. Uzaktan gelecek olan bir özlemle kavurup gidiyordu. Böbrek rahatsızlığı için Şengal kasabasına giden ve oradan da Duhok’a götürülmek zorunda kalan annesinin yolunu gözlüyordü her sabah. O kadar çok özlemişti tarif edilmez bir özlem vardı göğsünde. Özlememesi de imkânsızdı. On beş çocuğun sancısını çeken annesi bir tek onu kız olarak bağışlamıştı bu vadiye. On üç yıl boyunca annesinin eteğinden ayrılmamıştı. Ailenin en küçüğü olarak abilerinin tarafından sevildi, sayıldı. Abilerin çoğu evlenip aile sahibi olunca o hep annesinin gözbebeği olarak kaldı. Daha beş yaşında ak sakalı babasını kaybetmesi, baba sevgisinden mahrum kaldığı tüm sevgisini ve enerjini annesine verdi. Onun için annesi hastalandıktan sonra yarım kalan bir hikâye gibi kaldı. Annesinin özlemi git gide şiddetleniyordu. Annesi hastalanınca onunla ne kadar gitmek istediyse abilerinden iznin çıkmaması yanan yüreğinin ateşini daha da harlatı. Tedavisi Şengal’da mümkün olmayınca en küçük abisi diğer abilerinin kararıyla annesini Duhok’a dayıların yanına götürmüştü. Tedavi uzun sürünce dayıların ısrarı ile abisi de köyüne dönmüştü. Ne de olsa anneleri emin ellerdeydi diye herkes günlük yaşantısına devam etmişti. Hêvî için ise bu hiç öyle kolay olmadı. Tam üç ay boyunca her sabah annesi gelir diye dünya ile bağlantıları olan yolu gözlemledi. Bir sabah öyle bir umutla kalktı ve her zamankinden daha erken çıktı evden. Onun içinde her zaman bir umut vardı. Bu sabah umudu daha da parlak yanmıştı. Kavak ve ceviz ağaçların gölgesinde daha karanlıkken aşağıya doğru yol aldı. Bir kilometre kadar yol aldıktan sonra her zaman üzerinde oturduğu ve uzağı gören kayada yolu gözlemledi. Bir an sevinçten fırladı. Neredeyse düşecekti o kadar sevinmişti. Uzaktan ta uzaklardan bir araba sesi geldi. Kesin annesiydi. Başka tarifi olamazdı bu sesin. Yoksa sabahın köründe kimin işi olur onların köyünde. Öyle bir köy ki kuş uçmaz kervan geçmez. Etekleri tutuşmaya başladı. Bir an yolla atlayıp gelen sese doğru gitmek istedi. Gelen ses çok uzaktan olduğu için bunun beyhude olduğunu anladı ve beklemeye devam etti. Yirmi dakika sonra virajdan bir araba gözüktü. Sevinçle hemen yola atladı. Arabaya doğru koşar adımlarla gitmeye başladı. Gördüğü araç yedi kilometrelik bir mesafede olduğu için tam fark etmeden o yöne doğru koştu. Öyle bir sevinçle koştu ki sanki Melek Tavus ona kanat takmıştı da uçuyor gibi hissetti. İlk dönemecede gördüklerine inanmadı. Gelen bir değil tam yirmi araç, yolu toz dumana katarak geliyorlardı. Aniden İrkildi, korktu, bir an neler olduğunu anlamaya çalıştı: Annesinin onu bırakıp Melek Tavus’a gitme ihtimali onun da o huzura kavuşması demekti. Öyle birşey olsaydı abilerin haberi olurdu. O zaman bu araç kafilesi neyin nesiydi. Bir anlam veremedi. Araçlar öyle bir hızla yol alıyordu vadi sabahın köründe toz duman altında kaldı. Daha araçlar uzak olduğu için onu fark etmemişlerdi. Bir iki dakika donan vücudu kar tanelerin eridiği gibi eridi. Buzları erir ermez var gücüyle köye doğru koştu. Az önceki sevinci inanılmaz bir korkuya dönüştü, korkudan ayakları yer tutmuyordu. Adeta uçuyordu. Bu telaşla yolun biraz üstünde uzayıp giden yemyeşil kavak ağaçları ve ceviz ağaçların arkasında koşmaya başladı. Koşarken bu kadar aracın neden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Bir yandan araçlarından önce köye ulaşmak için canla başla mücadele ediyordu. Bir ara yengesinin sesi kulağını çınladı “IŞİD diye bir örgüt Musul’u elle geçirdi.” İşte o an dünyası başına yıkıldı. Bu araçların başka anlama gelmediği anladı o an. Son hızla koşan vücudu ister istemez en üst vitese girdi. Ailesi ve tüm köylülerin hayatı söz konusu olunca her bedeli vermeye hazırdı. Var gücüyle yokuşa doğru motorlu makinelerle yarışmak zorunda olduğunu da biliyordu. Küçük bedeni olgun bir insan olarak hareket etmeye başladı.Koşarken arkanda gelen araçlara da bakmayı ihmal etmiyordu. Araçların oldukça yaklaştığını fark etmesi ile yola doğru yuvarlayabildiği taşları yuvarlıyordu. Az sonra neler olacağının farkındaydı adeta. Mücadelini sonuna kadar yaptı. Yuvarladığı taşlardan dolayı zaman zaman gelen araçlar durma noktasına geldiğini koşarken ağaçların arkasından gözlüyordu. En son çare kendini yola atıp siper etme fikri bile aklından geçmedi değil. Böylece zaman kazanmış olur ve köylüler uyanır. Bedeni ve ruhu buna izin vermedi o an. Motorlu araçlar ondan önce köye girdiğinde ne tür bir vahşetle karşılayacağını kestiremiyordu. Az sonra daha önce hiç duymadığı silah sesleri geldiğinde korkudan neler yaşadı bir o bildi bir de Azda. Çaresizce Azda’dan ve Melek Tavus’tan yardım istedi. Ama o gün Azda ve Melek Tavus ölmüş gibi sessizliğini bozmadılar. Onlar da Hévî gibi vahşeti izlemek zorunda kaldılar. Ağır silahlar karşısında direnemeyen köylüler fazla dayanamayıp toplatıldılar bir yere. Hêvî bir ağaca çıkıp gizlice olanları izledi.

Kadınları bir yana ayırdılar, sonra da çoluk çocuk demeden herkesi taradılar. Silahla ölmeyenleri saçlarından tutup kasatura ile bir tavuk kesiyormuş gibi kestiler.Keserken “Allahu Ekber” sesleri arşa alayı delircesine yükseliyordu. Göklerde birbirine diş geçirmeyen tanrılar köylerine inip kozlarını paylaşmışlardı adeta. Azda korkudan cıtını cıkartamadan izledi tüm vahşeti. Allah ise yeri göğü inleti o gün.Allah’ın elçileri Azda’nın kızlarının ırzlarına tek tek geçtiler. Sonra da kendine köle yaptılar.
Hêvî ise küçük bedeniyle ağaç üzerinde tir tir titreyerek tüm vahşeti izlemeye mahkûm kaldı. Azda’nın yapamadığını o hiç yapamazdı. Bunu bildiği halde bir an ağaçtan inip saç sakalı zombilerin arasına dalmak istedi. Ağaca yapışmış bedeni beynine cevap veremedi. Abılerinin tek tek vahşice infaz edilmesine izin verdiği için ilk defa Azda’ya küfürler savurdu. En son küçük bedeni dayanmadı bu vahşete, ağaçtan baş aşağı yere düştü ve bir iki iniltiden sonra nefesi sonsuza kadar kesildi.

 

Bu İçeriğe Emojiyle Tepki Ver
Çok Kızdım
Çok Kızdım
0
Tebrikler
Tebrikler
0
Aşık Oldum
Aşık Oldum
0
Aşırı Duygusal
Aşırı Duygusal
0
Wuuuu
Wuuuu
0
Çok Komik
Çok Komik
0

Bir yanıt yazın