Merhabalar Değerli Okurlar, ben Agit Özdek. Güneşin doğduğu toprakların evladıyım. Bu ilk yazımda sizlere benimle aynı coğrafyada dünyaya gelmiş esmer yüzlü bir çocuğun hayat hikayesini onun diliyle anlatmak istiyorum…
GÜNEŞİN ÇOCUKLARI
İlkokul hayatımız bizim çocukluğumuzdur. Gelişi güzel yaşadık her şeyi. Oyunlar oynadık. Mahalleye takıldık. Velilerimiz başımızdaydı ve sorumluluk sahibi değildik. Yükümüz sadece futbol maçında yenilmekti. Yenersek ise bizden mutlusu yoktu. Hele bir de abimiz bize yeni bir futbol topu aldıysa değmeyin o zaman keyfimize.
İlkokulda tek dersimizin futbol olduğu dönemler hızla gelip geçiyordu. Dersteyken sürekli ‘Kürtçe diye bir şey yok hepiniz Türkçe konuşacaksınız’ diyen öğretmenimiz gut hastalığına yakalanmış ve hastalığı iyice ilerlemişti. Bu bizim açımızdan ‘veri gut’ olmuştu. Erken emekli olup Ege bölgesine yerleşmişti. Yerine gelen Türkçe öğretmenimiz ise bizim dünyamızı değiştirmişti. O da Türktü ama bizi olduğumuz gibi sevmişti. Biz de onu çok sevmiştik. İki dilli olmanın güzelliğini bize o öğretti. Ana dilinizi unutmayın diye tembihledi bizi. Ama çok sürmedi. Üç ay sonra okul çıkışı okulun önünde kafasından tek kurşun ile vurduklarında henüz 24 yaşındaydı.
Adı Ferhat Dilay’dı. Biz onu Feryad diye anlardık. Feryad ise her dilde aynıdır. O gün çocukluğumuzun son günü gibiydi. Büyümüştük ama daha çok da küçülmüştük aslında. Öğretmenimizin okulun sokağındaki kanları haftalarca silinmedi. Yürürken oraya basmamaya dikkat ederdik. Acının kutsal mekanı anlamındaydı. Habil’le Kabil misali hayretle, şaşkınlıkla ve korkuyla izlerdik orayı. Başka mahalleden gelen abiler ablalar devrimci bir öğretmenin kanıdır bu buraya dikkat edin buraya sakın basmayın demişti. Bu olay çok geçmeden başka öğretmenler de vuruldu. İntikam dediler, vatan millet bayrak dediler. Her yeri kana buladılar. Sokaklarda sürekli yanık bir ezgi çalıyordu kulaklarımızda. Hepimiz ağlamaklıydık. Ortaokulda herkes gizli gizli dağa çıkma muhabbetleri ediyordu. Küstürülmüşlerdi.
Ben ne yapacağımı bilemiyordum. Gidip insan öldürmek çözüm değildi ki. Yürüyüşlere ve propagandalara katılıyor, oturma eylemlerine bulaşıyordum. Newroz zamanı geldiğinde ise lastik yakıp üzerinden atlıyordum. Ateş adeta bütün korkularımı küle döndürüyordu. Korkularımı yenebilmek adına bu ateş hiç sönmemeliydi…
Kaleminize sağlık ne güzel dile getirdiniz.Guzel yazan kaleminiz daim olsun hocam