Bütün yağmurlar benim camımda ağlamış gibi buğulu görüyorum her yeri. Her yerde bulunmayan o netliği arıyorum. Aramanın anlamsızlığı çepeçevre sarıyor bazen inançlarımın etrafını. Bir şeye tam olarak inanmak istemek için onun belirgin bir biçimde göz önünde mi bulunması lazımdı acaba ?
Hayır sadece aramalı insan, hem de hayatının sonuna kadar aramalı diyorum, bulamayacağı tek şey olmaz arayan insanın. Ararken kendini kaybetmeden, bütün çıkmaz sokakların varlığını bile bile hiç yorulmadan aramalı. Heybesinde kesin olan tek şeyi yani ölümü bir tabut gibi sırtlanarak yürümeli. Yürürken sendelemeli ama düşmemeli. Gökyüzüne bakmalı fakat gözünü bir an olsun kırpmamalı. Derince hissetmeli içinde gökyüzünü. Hissederken kalbinde binbir kapı açılmalı, öğrenmenin hissederek de olabileceğini aklına getirmeli. Herkesten uzakta düşünmeli kendini,. Kelimelerin gücüne inanıp hareketlerin gereksizliğinden kaçınmalı. Mesela bir kelime kaş çatmalı en kötü zamanlarında ve en mutlu günlerinde yine bir kelime gülümseyebilmeli, sonra anlayan anlamalı anlayamayan bir hoşçakala karışıp bir toz bulutu gibi yok olup gitmeli. Yormadan kendini ve karşındakini yaşamalı, zaten yaşam bir araba dolusu kırgınlık bir kamyon dolusu hüzün ve bir bisiklet sepeti dolusu mutluluk değil midir?
Kabullen artık sonsuz bir mutluluk arayışı sonu belirsiz bir hayattan beklenemez.
Bir insanım de, en az herkes kadar yürüyen fakat herkes kadar ilerleyemeyen ama ağır yürürken herkesten daha çok düşünen ve herşeyin ama herşeyin farkına herkesten çok varan, bunun farkına vardıktan sonra düşünceleri biriken ve bir sahil kenarındaki bankta oturup bu biriken düşünceleri denize döken.
Belirsizliklerin kucağından atlayıp kesinliğin sırtına yüklen. Uyumadan önce kapını tamamen kapat tek bir şüphe girmesin içeriye…