Doğum ve ölüm ya da Tanrıça,
Uzun, ince bir sızı.
Tanrım, bunca ölümü bana verdin:
İncecik kollarıma, narin parmaklarıma karşı.
Sırtımda küfem, belimde kuşağım yok!
Gece gündüzün buğusunda
Bir çiçeğin özü,
Hangi arının özüne özleyiştir,
Dudaklarından öpmeye kıyamadığı çanağın.
Apansız geceden sızan ışık,
Siluetini düşürür, Elhamra’nın
Bir kelebeğin kanadına.
Zamandan yetim bırakılmış duvarlar
Diplerinde yeşerir yosun ve gül ya da sevgi
Celladı olur diken,
Geri dönmenin ve kavuşmaya yeminli sevdaların.
Hangi sevgili katilini uzaktan tanır?
Yani gözlerinden, ellerinden, paltosundan.
Nice ayakların geçtiği toprağın
Kendi mezarı olacağını kim bilebilir?
Doğum tarihi olmayan,
Ölüm günü belli olan,
İsimsiz, sadece sayıların doldurduğu.
Gözlerin göremediği ovalarda, mezarlar.
Toprak ve yer kapmaca düellosunda
Tanrım, bunca ölümü ne zaman,
Boyadın gözlerimin kılcallarına?
Yürekte yaşanmaz korku.
Çınar gölgesinde sararır yaprağı
Ölüm, kuyusuna gül şerbeti döker
Yol eğri ve engin ya da bitik.
Biraz yorgunluk, hafifçe bükülme
Dağların nehir ve gölgeler üzerine
Bir dağın ardındaki güneşe karşı.
Rahvan atlar papatyalar arasında
Tanrım, ben miyim yolları arşınlayan?
Bir sevdanın nefesinde,
Dalından kopmuş tomurcuk is’i misali.
Uyanma vakti ardım sıra rüyalardan…
Muhteşem bir güzellik yüreğinize sağlık 👏👏👏
Çok teşekkür ederim. Okuyan yüreğiniz dert görmesin.