Genç adam aylar, belki de yıllar evvelinden tanıdığı birine rastlamıştı, geçtiğimiz hafta.
Görüştüler, konuştular, gülüştüler, gülüştüler…
Gel bana dedi Tanıdık. Koyuldular yola. Soğuk soğuk esiyordu, İzmir’e has olmayan bir ayazdı. Klasik ve klişe olması pahasına; genç adam ceketini tanıdığın omzuna astı. Devam ettiler yürümeye.
Markete girdi Tanıdık, peşinden de genç adam. Birkaç meyve almaya yeltenirken üzümler çekti dikkatlerini. Şarabı hatırlattı salkımlar. Şarap aldılar böylece. Bir de pis bir çerezlik eklediler yanına. Koyuldular yola.
Eve vardıklarında hiç yabancı hissetmemişti genç adam, adeta kendi düzeniydi karşılaştığı ev. Mutfak gereçleri, buzdolabı bile… Adeta kendi düzeniydi. Bu çok önemli bir ayrıntıydı. “Bu çok ilginç işte!” diye söylendi. Kendini hiç de yabancı hissetmemesi ta o an bile dikkatini çekmişti.
Konuştular, gülüştüler, gülüştüler; bu kez kahve değil, şarap eşliğinde…
Film seçtiler ve izlemeye koyuldular. Yorgos Lanthimos’un ‘Köpek Dişi’ – ‘Kynodontas’ filmini seçmişti Tanıdık. Olur verdi genç adam ve film başladı. Akıllarında yakınlaşmak olan bu ikili; filmin sansürsüz ve çirkince sahneleri karşısında ve de filmin durağanlığı nedeniyle buz kestiler adeta.
Derken film bitti. Genç adam veda etti ve ayrıldılar.
Bundan belki aylar sonra el ele, diz dizeyken bunu anıp kahkahalarla gülüşeceklerdi belki de… Kim bilir…