Onlar: hayatı, önlerine çıkan birkaç şıktan birini işaretlemek olarak görüyorlardı. Çünkü hiçbir zaman büyük pencereden bakamadılar. Bunu bir vizyon değil de daha çok bir misyon olarak bellemişlerdi kendilerine. Evet şimdi birkaç seçenekten birini işaretleyebiliyorlardı belki doğru da çıkıyordu ama bundan sonraki yaşamlarında hayat onlara hiç seçenek sunmayacaktı. Bunun bilincinde olmaktan korktukları için hep cahil kalmayı tercih ettiler. Karşılaşacak oldukları sorunları değil soruları başarıyla çözmeyi öğrenmişlerdi. İyi de nereye kadar?
Kimse bir doktora ilk model akademik hayatı boyunca neşter nasıl tutulur öğretmedi. Yahut bir polise silahın nasıl kullanılacağını öğretmedi. Eğitim ve öğretimin çelişkisi tam olarak bahsettiğim gerçekten uzaklaşmış uygulamaya ve tecrübeye dayalı olmayan şeydir. Evet, belki integral adlı bir konuyla ne olduğu belli olmayan bir şeklin alanını bulmayı biliyorlardı. Ama bunu gerçekçi olan taraflarında nerede kullanacaklarını bilmiyor olmaları gerek sistemin, gerek cahil kalma isteklerinin bir parçasıydı. Bu büyük bir tehlikeydi. Bir arsanın miras yoluyla bölünmesi -er kişinin isteği üzerine- adil şekilde mirasçılarına bu yolla bölünebilirdi. Ama onlar bilmiyorlardı ki: bu tarla adil şekilde bölünmek zorunda değildir. Hangisi murisle arasını iyi tutmuş, güven sağlamışsa, bir şekilde gözüne girmişse işte o kimse, tarladan daha fazla nasiplenecek kimsedir. Onlardan hangisi ezberlemedikleri bir konu hakkında 10 dakika yalansız ve sırf kendi fikirleriyle konuşabilirdi? Yalan demişken biraz da yalanın doğruluğundan bahsetmeliyiz bu konuda.Yalan, hayatın içinden asla kopamayacak bir parçadır. İyi ya da kötü tartışması yapmıyoruz. Hayatınızın birçok yönünde sizi zor durumlardan kurtaracak bir şeyin akademik hayatları boyunca “bu, kötü” diye ezberletilmesi ne kadar doğru bir mesele olur? Kaldı ki bu insanlardan kaç tanesi hayatları boyunca hiç yalan söylemeyecek?
Muamma, hayatımızdan asla çıkmayacak olandır.
Muhammed Ömer KIZIL