Beni benden kurtar Hilmi Bey…
Çek, al beni benim kirli ellerimden.
İçim paramparça oldu. Ümitlerimi köpekler lime lime etti. Tek suçum hayâl kurmak mıydı Hilmi Bey? Ben sonsuz düş denizlerine atmışken kendimi, salıvermişken hayatın bu debisi yüksek akışına, gözlerim ondan başka kimseyi görmezken nedendi bana bunu söylemesi? Hilmi Bey, bizden ne köy olur artık ne kasaba. Ümidimiz acımızdan büyük olmalı diyorsun, evet, öyle ama arşa dayandı, bulutlara değdi, göğe erdi acılarım. Zaman zaman kendimden korkuyorum kendime ya da bir başkasına kötülüğüm dokunacak diye. Belki bu da kendimi düşündüğümdendir. Lâkin ben fırtınalarımın içimde kopmasına, volkanlarımın içimde patlamasına, kıyametin zihnimde yaşanmasına öyle alışmışım ki… Nerede bir mutluluk görsem peşi sıra koşuyorum sonunu düşünmeksizin. Fakat Hilmi Bey ben de insanım sonuçta, hata yapmış olabilirim. Hem zaten kaçmıyorum ki yaptığım hataların sonuçlarından. Göğsümü siper ettim bu yükümlü sonuçlara. Neyse sonucu, çekiyorum işte. Gerek yaşayarak, gerek…
Canım acıyor Hilmi Bey. Her şeyi kaldıramıyormuşum demek ki. Çoğu zaman rüyâlarımı süsleyen o, şimdilerde kâbuslarımın başkarakteri durumunda. Fakat madem o, ben kâbusu yaşamaya da hazırım. Hilmi Bey, ben bir ıhlamur ağacı değilim. Açıkça söylemek gerekirse ne bir dalıyım onun ne bir yaprağı. Gölgesi bile etmem hatta. Olsa olsa bir kuru kök. Sıkıca batmış olsa da toprağın en derinine çıkmak istemediğini kim söyleyebilir ki onun oradan? Yorulmaya mola vermek istiyorum Hilmi Bey. Birden çıkıp gidişleri, uzaklaşmaları, sevmeyişleri mıh edasıyla kalbimin orta yerine saplanıp duruyor. Hilmi Bey ne ben eski benim artık yahut ne de yaşayışlarım eski hayat. Yenildim ve yenilendim Hilmi Bey. Kim korkutabilir ki artık gözümü? Ne kaybedecek bir şey kalmış hayatımda ne de kazanabileceğim. Üşüyorum Hilmi Bey. Mübalağa etmek olmasın, titriyorum hatta. Ne ayaz üşütmesi bu, ne yalnızlık. Bir ölünün vücudu kadar soğuğum aslında.
Muhammed Ömer KIZIL