ÖLÜMSÜZ KIZLARIMIN ANISINA
Her şey normal görünüyordu. Her zamanki gibi uykuya dalıyorum, küçük kızımın papatya kokusunu içime çekerek. Aniden yatağımdan, dengemi kaybederek, yere düşüyorum. El yordamıyla, kızıma benzeyen çocuğun saçlarını okşuyorum. Kızım olmadığını bile bile ne kadar sevebilirim yavrucağı?
Dikkatimi bedenimin her zerresine taşıyor, bir mantık çerçevesinde kafa patlatıyorum. Eşim kahvaltı için yeni kızımla beni çağırıyor. Bozuntuya vermeden etraftaki fotoğraflarımızı inceliyorum. Gerçek o ki yabancı kız her karede var. Peki, benim kızım nerede?
Yeni kızımla uzunca bir süre vakit geçiriyoruz, eğleniyoruz. Uyumak istiyorum, şimdi de. Hayatımı tekrar inşa etmeliyim. Eşime kızımızı sormaya çekiniyorum. Yatağımıza uzandığımız an, “Sence kızımızda bir değişiklik yok mu?” diye soruyorum. “Bu aralar biraz gergin, malum sınav haftası.” diyor eşim. Daha fazla dayanamayarak yatak odasına attığım bombanın pimini çekiyorum. “O bizim kızımız değil!” diyorum. “Nasıl yani, sen kızını tanımıyor musun? Bunca yılın ardından.” Sakin bir şekilde mağlubiyetimi kabul ederek gözlerimi yumuyorum.
Rüyamda kızım geliyor yanıma, her zamanki papatya kokusuyla. Denize koşuyoruz, el ele. Eşime bakıyorum “Bak gördün mü, benim kızım!”. Günün birinde kızımın da aradığı ruhuna kavuşabileceğine inanıyorum.
Gözlerimi açtığım anda rüyamdan uyanmış olmayı diliyorum. Kızımın başını okşadığım anda saçlarının daha önce karşılaşmadığım kadar ince telli olduğunu fark ediyorum. Yeni kızıma alışamamışken farklı bir kızı kabul etmem imkânsız görünüyor benim için. Yataktan sıçrayarak eşimin yanına koşuyorum, kollarından tutarak, hiç beklemediği bir anda, artçı bir deprem gibi sarsıyorum onu. “Bu bir şaka mı?” diyorum. Eşim konuyu anlayamadan “Ne oldu yine?” diyor. “Yanımda yatan bu kız kim?” diyorum. Eşim elindeki aile fotoğrafımızı gözüme sokarcasına sallıyor. “İşte kızın, mutlu oldun mu?” diyor.
Aklım yerinden çıkmak üzere. Her uyandığımda yeni yeni kızlarım oluyor, tek değişmeyen eşim ve ben oluyoruz. Yeni kızım yanıma yaklaşarak “Neyin var babacım?” diyor. Gözlerime kenetlenmiş bu masum kıza ne diyebilirim ki?
Hava almak için kendimi dışarıya atıyorum. Tıpkı avına hedef alınmış bir kurşunun, hızını kesmeden ateşlenmesi gibi…
Biliyorum, ben bir deli değilim. Sadece yaşadığım boşanma arifesi gerginliği, kızımla benim aramda bir anlam kargaşası yaratıyordu. Peki, veraset davasında ben hangi kızımı seçmeliyim? Bu kadar sorunun arasına bir de yeni bir seçim hikâyesi ekleniyordu. Tekrar uyumam gerekiyordu. Belki yeni bir başlangıç yapabilirdim, yeni hayatıma. Uykuya dalmak benim için kolay olmuyordu.
Gözlerimi hafifçe aralayacak elimi yanımda yatan kızın başına uzatıyorum. Bu defa elime saç yerine düz bir zemin geliyor. Evet. Saçı yok bu kızın. Eşimin yanına koşuyorum tek bir açıklama duyabilmek için. “Bu da ne demek? Kızımın saçlarına ne oldu.” diyorum. “Kızımız çok hasta, anla.” diyor. O an gözlerim karararak, yeryüzünden uzaklaştığımı hissediyorum.
Uyandığımda ise beyaz önlükle bir klinikte yatıyorum. Hiç kimse yanıma yaklaşmıyor. Sanki hayvanat bahçesinin en tehlikeli hayvanı benim. Ömrümün geri kalanını bir kafeste yaşayacağımı tahmin edemezdim. Bense rüyalarımdaki farklı farklı kızlarımla yaşamaya çoktan alışıyorum. En azından ölüm giremiyor kızlarımla arama.
Hava almak için kendimi dışarıya atıyorum. Tıpkı avına hedef alınmış bir kurşunun, hızını kesmeden ateşlenmesi gibi …
Ölümsüz kızlarımın anısına…