Hayatın ona bahşettiği bu zaman dilimine kadar ailesi için mücadele veren Yiğit artık kendi için birşey yapmaya karar vermişti. Bütün arkadaşları okurken o fabrikada çalışıyordu. Yıllardır içinde ukte kalan lise hayatını açık öğretim ile bitirip üniversiteye gitmek için harekete geçecekti. Yiğit bu serüveninde yalnız değildi. Arka çıkan bir ablası vardı.
Vardiyalı sistemde çalışan Yiğit okuma fikri ile hayata tutunuyor, inanmak başarmanın yarısıdır şiarına neredeyse tapıyor, hedefine ulaşmanın umudu ile mücadelesini veriyordu. Bu inançlı tavrı sayesinde de ortalığa neşe saçıyordu.
Uyumak ne haddine, o sınav kazanılacak. Sürekli bir azim ve ders çalışma isteği ile aslında kendisinin de kendine şaşırdığı zamanlar oluyordu. Bu özelliğini ona aşılayan ablası desteğini hiç esirgememişti ve Yiğit üniversite sınavının üçüncü seferinde de olsa kazanmıştı.
İnsana şu hayatta koşulsuz güvenebileceği ve her şeyiyle yanında durabileceği biri gereklidir.
Dalgalara tek başınıza göğüs germeniz, kelepir bir hayatın yapayalnızlığıdır, yıpratıcıdır.
Üniversite hayatına atılan Yiğit hem çalışıp hem okuyordu. Özel üniversitede %100 burslu olan Yiğit ikinci öğretim öğrencisiydi. Sabahları fabrikaya emek veren o çocuk akşamları da okula gidiyordu. Bu tempo onu aşırı yoruyordu lakin fabrika hayatını da okul hayatını da çok seviyordu. Bu aktifliğinin fabrikadaki arkadaşlarına da bulaşmasını istiyordu.
İşçi ve emekçi dostuydu.
Bocalama dönemleri olsa da hedefine ulaşmıştı.
‘Ben yaptım, ben başardım’ diye düşünmenin ablasına haksızlık olacağını düşünen Yiğit diplomasını da ablasına armağan etmişti.
Artık bu düzenin sahipleri olan gençler değerlerini sahiplenmeye başladıkça yarına olan sürülecek motorları maviliklere inancı büyüyor…
Hayatından bir kesit miydi Hocam.Kalemine sağlık