Güneydoğu’nun kavrucu yaz sıcağını bilmeyen, duymayan yoktur herhalde. Bazı yazlar öyle bir sıcak oluyor ki güneş ışınlarını tutan ozon tabakası işlev görmüyor gibi. Güneşten gelen o kavrucu sıcaklık direkt insanın beynine temas ediyor.
Türkiye’de ölçülen en yüksek sıcaklık 49.0 derece ile 1961 yılının yazında Cizre’de ölçüldüğü herkesçe bilinen bir realite. Ama hissedilen sıcaklık bazı yıllarda 55.0 derecenin üzerine çıktığını en çok bölgenin insanı bilir. Onun için bu bölgede yaşayan insanlar yazın dışarı çıktıkları zaman bir su, bir gölet veya bir dere görünce serinlemek için mutlaka dalarlar. Türkiye’nin en sıcak şehri olan Cizre’ye yakın olan köyümüzün 1 kilometre uzaklığında geçen bir akarsu vadisinde doğal göletler var. Çocukluğumuzda her yaz serinlemek için sürekli o göletlerden birine gidip akşama kadar yüzerdik. Evden zoraki olarak annelerimizden kopardığımız biraz otlu peynir ile bir tandır ekmeği ya da diğer çocuklara mesaj vermek için çok lüks olsun diye bir kuru soğan veya bir salatalık istisnasız öğlen yemeğimizdi.
Yüzmeyi bilen çocuklar için göletlerde yüzmek kadar zevkli bir şey yoktu o zaman. O kadar suyla haşir neşir olmuştuk ki göletlerde saklambaç bile oynuyorduk. Yerine göre 3 veya 4 metre yükseklikte bulanan kayalardan atlamak ise en zevkli yanıydı. Yüzmeyi bilmeyenler için ise göletler korku ve cesaretin kapıştığı bir arenaydı. Yüzmeyi bilmeyen çocuklar, diğer çocuklar gibi saklambaç oynamak ve kayalıklardan rahatlıkla atlamak için yüzmeyi bir an önce öğrenmeleri gerektiğinin farkındaydılar ve yüzmeyi öğrenmek kutsal bir görev olarak biliyorlardı.
Günlerin bizim için en zevkli olduğu böyle bir günde, serinlemek için göletlerden birine gitmiştik. Yüzmeği öğrenmeye can atan amcaoğlum Nihat sığ yerde yüzmeği öğrenmeye çalışırken bir anda derin yerde suya dalıp dalıp çıktığını gördüğümde onu kurtarmak için düşünmenin çok geç olacağını sezmiş olacaktım ki ona doğru can havliyle atladım. O korkuyla elini tutmaya çalıştığımda boynuma sarılıp beni de kendisiyle suyun dibine götürmesi ikimizin diğer dünyaya bilet kesmemize neden oluyordu neredeyse. Suyun dibinde ondan kurtulmaya çalışmam ölümle boğuşmamın ta kendisiydi. O an ölümle boğuşurken aynı şekilde boğulduğum Batman Beşirde bulunan Garnaz çayına gittim. O an orada ben aynı şekilde boğulurken her çıktığımda elimi havaya kaldırıp ben boğuluyorum dercesine işaret edip, beni fark edip elimden tutan amcaoğlum Cemil’e hayatımı borçlu olduğumu bir kes daha anladım .
O zamanda kaç defa suya dalıp dalıp çıktığımı hatırlamıyordum…
Şimdi de Nihat’la boğuşurken de… O zamanda ölüm çizgisinden dönmüştüm… Bu sefer Amcaoğlu ile birlikte o çizgiyle suyun dibinde kalın bir çizgi oluşturmak üzereydik.Bunlar beynimde gelip giderken ikimizi yarı baygın göletin kenarında buldum. Yarım saat sonra kendimize geldiğimde,diğer çocukların yardımı ile amcaoğlu Nihat’ı kurtardığıma o kadar sevindim ki sevincim gözlerimde belli oluyordu.Belkide bu sevinç korkudaydı.Yanimda birinin boğulup ölmesi ne kadar korkunç olurdu.Hele bu boğulan kişi öz amcaoğlun olsa ömür boyu günah keçisi olarak kalırdın…Lakin o günden sonra suya ne girme takatım kaldı ne de cesaretim…Taki 2000’li yıllarda Çanakkale’de okurken oralı liseli arkadaşlarımızın bizi denize davet edip yüzme kabiliyetleriyle bize hava atmak istemelerine kadar.
Lise biri bitirip lise ikiye başlayacağımız yazdı.Bizi denize davet etmişlerdi Çanakkaleli arkadaşlar.Ben “suya karşı fobim var”dedimse de kimseyi inandırmadım.Plaja gittiğimizde herkes mayosuyla boğazın masmavi sularına daldı.Ben ise onları seyretmekle yetindim.Fobim olduğu için mayomu da getirmemiştim.Şenglonda onları izlerken denizde Gökhan diye bir arkadaşımız bizim Şırnaklı arkadaşa “Senle yüzme yarışını yapalim mi”diye sordu. Arkadaşda evet anlamında başını saladığında diğer arkadaş alaylı bir şekilde” Ulan Şırnak’ta deniz mi varki bu kadar kendine güveniyorsun.”diye hitap ederken beynime kanlar fışkırdı.
“Ne demek istiyorsun ” diye bağırdım.
“Ne,yani dağ başındaki Şırnak’ta gerçekten denizin olduğunu mu iddia edeceksin?Yoksa nereden öğreneceksiniz yüzmeyi”diye sırıtı karşımdaki.
“O zaman gel senle yarışalım, bakalım kim yüzmeyi biliyor” dedim ve pantolonu mu ve gömleğimi çıkardım, boxer ile hemen daldım denize.Kimsenin beni fazla seyretmesine izin vermeyerek , yarışalım diyen çocuğunu yanına gittim.”Hadi yarışalım “dedim.O kadar öfkeyle dolmuştum,neredeyse denizde çocuğa yumruk atacaktım.öfkelendigimi hisseden çocuk.
“Nereye doğru yarışalım”diye sorduğunda,Bende,
“Açılalım ,kim en çok açılabilirse o kazanmış olsun.”Dedim.Çocuk”Tamam “anlamında başını saladığında,bir ,iki , üç diye başladık.O kadar öfke ile yüzmeye başladım boğazın diğer yakasına on beş dakikada varacağını sandım.İlk dakikalarda başa baş gidiyorduk.”Dağ başındaki Şırnak’ta deniz mi var “sesleri beynimi zonklarken var gücümüzle kollarıma sarıldım.Kendimi kaybetmiş olacaktım kocaman bir geminin sesiyle dönüp sahile baktığımda boğazın tam ortasında olduğumu fark ettim .Sonra İzmir tarafından gelen kocaman bir geminin bana doğru geldiğini fark ettim .Hırsım mezarım oldu, olacakken sahil güvenlik gemiden önce bana yetişti.
İkinci defa yarı baygın su kenarında buldum kendimi. Nasıl o kadar yüze bildiğimi aklım almadı.Çocukken her gün yüzdüysem de, yüzdüğüm göletler bu kocaman deniz yanında su bile değildi.Üstelik boğazın akıntısı da hesaplamayacak kadar bir farktı.
Lise arkadaşlarım hepsi şaşkın ve korkular içinde bana bakıyorlardı.Belli çok korkmuşlardı.Bazıları ise hayretler içinde her sene yapılan Çanakkale Boğazı yüzme yarışına mutlaka katılmalısın diyorlardı.Ben ise “Dağ başındaki Şırnak’ta deniz mi var” diyen Gökhan’a cevabını verip veremediğimle meşguldum.
Bir hafta sonra beden eğitimi hocamız benim mutlaka Çanakkale Boğazı Yüzme yarışına katılmam gerektiğini ve gereken kayıtları yaptığını söyledi.
Yarış günü geldiğinde Çanakkale Boğazı Yüzme Yarışı kahramanı olan “Hero”gibi dalgalara kapılıp sonsuzluğa yüzeceğim korkusu o kadar yaşadım ki bir an önce suya dalıp başlamak istedim.Yariş başladığında 750 kişi denizli ben ise tek dağlıydım. Yarışı tamamlayacağıma hiç inanmıyordum.Git gide bitmiyordu bu deniz.Karadayken karşıya baktığında insan 30 dakikalık bilemedin 45 dakika yüzme mesafesi gibiydi.120 dakika sonra karşıya çıktığımda,bir bayanın benden önce çıktığını öğrenmem hem üzülmeme hem de sevinmeme sebep olmuştu. 751 kişi arasında 2.olmak azımsanacak bir durum değildi.Ama 1. olmakta vardı,olamadım.Dağ başındaki Şırnak’tan gelen ve denizin “D”sini bilmeyen 749 kişiyi geride bırakması sorgulaması gereken bir olay.
Birinci olsaydim milli bir yüzücü olacaktım galiba,çünkü birinci olan Milli dalgıcımız Şahika ERCÜMEN idi.